1954’te Amerika’da doğan yazar Donald Ray Pollock’un Türkçeye çevrilen ilk kitabı ‘Düş Yakamdan Şeytan’ 2020’de basıldı. Kitabı okumayanlar, hiç yoksa aynı yıl Netflix’te yayınlanan, başrollerinde Bill Skarsgård, Tom Holland ve Robert Pattinson oynadığı ‘The Devil All The Time’ uyarlamasını izlemiştir sanıyorum.
İthaki Yayınları geçtiğimiz günlerde Pollock’un öykülerini de Türkçeye çevirdi. ‘Knockemstiff’ adlı bu kitabın en az ‘Düş Yakamdan Şeytan’ kadar sert ve iddialı olduğunu başlarken söylemek gerek.
BİR CEHENNEMDEN FAZLASI
18 öyküden oluşan ‘Knockemstiff’, aslında Ohio’ya bağlı bir kasabanın adıdır. Öykülerin hepsi burada geçer. Kitaptaki karakterlerden biri olan Hank, “yere sermek” anlamına gelen Knockemstiff’in isminin, kilisenin önünde bir erkek için kavgaya tutuşan iki kadından çıktığını söyler. Bu ona da saçma gelir ama Hank’in eski tüfeklerden duyduğu hikaye budur.
Kitaptaki öyküleri okumak bir yanıyla kolay, bir yanıyla zordur. Kolaydır çünkü Pollock’un yağ gibi kayan bir üslubu vardır. Öyküleri çok kısa değildir, ortalama 10 sayfadır, yani Pollock “az kelimeyle çok şey anlatayım” diye uğraşanlardan biri değildir. Öykülerin zor yanıysa anlatılan karakterlerde, olaylarda, mekanlarda ve bir bütün olarak Knockemstiff kasabasında gizlidir.
Peki nasıl bir kasabadır burası?
İşi olmayanın uğramadığı, uğramadığı da kelime mi, bilmediği bir yerdir. Bir barı, bir kilisesi, bir benzin istasyonu bulunan, nüfusu az, hayali az, mutluluğu az bir yerdir; buna karşın şiddeti, nefreti ve kötülüğü alabildiğine çoktur. Ancak bu şiddet ve kötülük “dışarıda” olan bizler için çok ilginç ve kulak verilesi bir durumdur. Oradakiler içinse fazlasıyla sıradan, günlük hayata içkin doğal bir şeydir; olması değil, olmaması garipsenir.
Hal böyle olunca okuduğumuz kitap daha ilk sayfalarından itibaren farkını ortaya koyar. “Gerçek Hayat” adlı ilk öyküde arabalı sinemaya giden bir aile görürüz. Şişeden içki içmeyi ayyaşlık saydığı ve bardak olmadığı için arabanın küllüğünden viski içen bir baba, arkada duran çocuğuna sırf uslu diye “kız” muamelesi yapar ama erkekler tuvaletinde başlayan bir kavgaya çocuğunun katıldığını da görünce keyfi yerine gelir. Çocuksa gece yatağına yattığında elindeki kanları yalamaya başlar.
Ancak bu Pollock’un evrenindeki şiddeti özetlemeye yetmez. “Dinamit Çukuru”nda askerden kaçan Jake adlı bir karakterin, dağın kuytu bir yerinde seks yapan abiyle kardeşi önce dikizlediğini, sonra da öldürdüğünü okuruz. Üstelik bu ne Jake için ne ölü kardeşlerin ailesi için ne de Knockemstiff için olağanüstü bir şeydir. Jake cesetleri saklar, kimse de onları yeteri kadar aramaz zaten.
“Saçın Kaderi”ndeyse Daniel adlı 14 yaşında bir çocuk, kız kardeşinin oyuncak bebeğiyle “ilişkiye girerken” babasına yakalanır. Babası da ceza olarak onun yeni yeni uzatmaya başladığı saçlarını keser. Halbuki Daniel saçlarını omuzlarına kadar uzatmak istemektedir. Babasının bu tavrından dolayı bir gün evden kaçar ve yolda bir kamyona biner. Kamyoncunun Daniel’ı mutlu etmek için ona verdiği peruk ise bambaşka şeylere sebep olur.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak neresinden bakarsak bakalım Knockemstiff tam anlamıyla bir cehennemdir.
KASABADAN BİR TÜRLÜ ÇIKAMAYAN KARAKTERLER
Pollock, öykülerinin başkarakterlerini genelde gençler arasından seçer. Bu gençlerin bazıları zorbalardan oluşur, bazılarıysa daha da zorbalardan, diğer bir deyişle; masumlar da geleceğin zorbaları olduklarını bize bir şekilde gösterirler. Karakterlerin bir kısmı Knockemstiff’i terk edip kendine yeni bir hayat kurma sevdasına kapılır. Örneğin yukarıda bahsettiğimiz Daniel, istediği “yeni hayat”ın tam olarak ne olduğunu bilmeden o kamyona biner. “Haplar” adlı öyküde Bobby ve Frankie, kasabada yaşayan Wanda adlı bir barmaidin evini soyup, bütün içkileri ve uyuşturucuları alıp California’ya doğru yola çıkarlar. Önlerinde özgürlükten başka bir şey yoktur. Yolda uyuşturucu karşılığında ilk kez seks yaparlar, sürekli içer ve eğlenirler, sonra kendilerini yine Knockemstiff yakınlarında bulurlar. “Schott Köprüsü”ndeyse dedesinden kalan 2 bin dolarla başka bir yere yerleşip kravatlı bir banka çalışanı olmak isteyen Todd’un bir türlü kasabadan gidemediğini görürüz. Başına çok kötü şeyler gelse de gidemez. Bütün bunlar Luis Buñuel’in 1962’de çektiği “El Ángel Exterminador” filmini akla getirir. Hatırlarsınız; orada da bir grup burjuva lüks bir evden çıkmayı bir türlü beceremez. Pollock’un böyle bir göndermesi yoktur elbette ama karakterlerin Knockemstiff’le kurdukları ilişki neredeyse buna benzerdir.
Beri yandan; bazı karakterlerin “dışarı” çıkabildiklerini, hatta yaptıkları şeyde başarılı olduklarını da görürüz. Örneğin “Balık Kroket” adlı öyküde Del ve Randy Florida’ya giderler. Bir vücut geliştirme sporcusu olan Randy ciddi yarışmalar kazanır, kendi çapında meşhur olur ama kaslarını korumak ve kütlesini arttırmak için çok fazla steroid kullandığı için kalp büyümesinden dolayı genç yaşta hastaneye düşer. Üstelik, ölümü beklemeyi kendine yediremez, sigara ateşiyle kapağına çıktığı bir spor dergisini tutuşturur ve kendini ateşe verir. “Disiplin” adlı öyküde, Ohio Vücut Geliştirme Şampiyonası’na hazırlanan Sammy’nin, “daha büyük bir yarışma” olarak kabul ettiği kasabadaki “gövde gösterisi” ise onun soğuktan ölmesine sebep olur.
Diğer bir deyişle; sanki karakterler bu “lanetli kasaba”dan çıkmak istedikleri için cezalandırılırlar. Bu, karakterlerin iyi-kötü, zalim-mazlum vs. olmasının ötesinden bir durumdur. Zira “Dinamit Çukuru”nda Jake iki kardeşi öldürmesine, kendisini yakalamaya gelen askerleri haklamasına karşın hayatına devam eder, zira o askere gitmemiş, yani kasabadan çıkmayı aç kalma pahası reddetmiş biridir.
KNOCKEMSTİFF’TE PİRÜPAK BİR SEVGİ OLAMAZ
Peki ya sevgi?
Hiç mi sevgi, saygı yoktur Knockemstiff’te?
Elbette vardır, vardır ama nasıl bir sevgidir bu?
“Lard” adlı öyküde, uslu olduğu için yine “kız gibi” görülen Duane’yi görürüz. Duane’nin babasının arkadaşları onu Geraldine adlı bir kızla beraber olmaya götürürler ama Duane “o işi yapmadan” oradan kaçar. Babası laf etmesin diye de boynunu morartır ve yanına kız kardeşinin külotunu alır. Ancak iş bu noktadan sonra farklı bir yere evrilir, zira Duane eve giderken Lard’ın yanına uğrar. Şişman bir çocuk olan ve Nancy Sinatra’ya aşık olduğu için onun albümüyle gezen Lard, Porter ve Wimpy ile takılmaktadır. Duane içeri girdiğinde sohbet bir anda sekse gelir ve Duane boynundaki morlukları, cebindeki külotu göstererek kendine hayali bir sevgili uydurur. Ancak bu hayali sevgili bile Knockemstiff’te pirüpak olamaz. Wimpy, kuzeninin bu kızla takıldığını ve kızın vajinasının çok kötü koktuğunu söylediğinde, Duane “gerçek” olmak adına onu tasdik etmek zorunda kalır. Böylece öyküdeki tek “gerçek sevgili” plak fotoğrafındaki Sinatra olur.
Fotoğrafın hayattan daha gerçek olarak görüldüğü bir diğer öyküyse kitapla aynı ismi taşıyan “Knockemstiff”tir. Hank adlı tezgahtar, içten içe sevdiği Tina’nın Boo ile beraber Teksas’a gideceğini öğrendiğinden beri tatsızdır. Bir gün kasabaya fotoğrafçı bir çift gelir. Kadın Hank’in fotoğrafını çekerken birdenbire Tina da kadraja girer. Hank, bu fotoğrafı sadece gündüzleri dükkana asar, geceleriyse kaldırır.
YERELDEN EVRENSELE
Kitaptaki öykülerin hepsi Knockemstiff’te geçmektedir, demiştik. Bu da aynı karakterleri, mekanları ve olayları farklı öykülerde görmemize sebep olur. Örneğin “Dinamit Çukuru”nun başkarakteri Jake, “Knockemstiff”te dükkana uğrayan biridir sadece. “Gerçek Hayat”ta tuvaletteki kavgaya karışıp elindeki kanları yalayan Booby’nin büyüklüğünü “Haplar”da görürüz. “Lard”da kasabalıların istismar ettiği Geraldine’in evlenip çoluğa çocuğa karıştığını “Saldırganlar” öyküsünde görürüz. Yaşanan onca olaydan sonra gece yarısı bir kahvecide yaşlı kadınlarla flört eden Jimmy’yi “Bactine”de okuruz ve öykü orada biter. Birkaç öykü sonra “Yağmurlu Pazarlar”a geldiğimizdeyse “Bactine”in öncesini ve devamını, yaşlı kadınların bakışından görürüz.
Buna benzer daha pek çok ortaklıktan söz etmek mümkündür. Pollock bölgeyi iyi tanır ve ne yaptığını bilerek ilerler. Hatta okurların aklı karışmasın diye kitabın başına kasabanın bir de haritasını verir ve kimin evinin nerede olduğunu o haritada tek tek belirtir.
Pollock, Knockemstiff’te doğup büyüdüğü için kasabayı da kasabalıyı da hakkıyla anlatır. Evet, 1954’te doğar ve 1973’ten 2005’e kadar oradaki fabrikalarda çalışır. Edebiyata merak salması, bir şeyler anlatmak istemesiyse emekliliğinden sonra başlar. Pollock da bu hevesle Ohio Eyalet Üniversitesi’ne kaydolur. 2008’de ilk kitap olarak işte bu ‘Knockemstiff’i yayınlar ve bu kitapla PEN/Robert W. Bingham Ödülü’ne layık görülür.
Ne enteresan bir yolculuk değil mi?
‘Knockemstiff’ sert bir kitaptır. Her yönüyle serttir. Ancak bu öyküleri de, Pollock’u da “kasabaya sıkışmış bir edebiyat” olarak görmek hatalı olur. Zira dikkatli şekilde okursanız Pollock’un karakterlerinin, onların başından geçen olayların bir benzerini de Kemal Tahir’in kitaplarında bulabilirsiniz.